RÜZGAR GİBİ GEÇTİ | KORE DİZİLERİNDEN ANEKDOTLAR | DÜŞLERİMİN PRENSİ


Yıllar önce TRT'de izlediğim ilk Kore dizim Düşlerimin Prensi'nin bir bölümünde Sevgili Joo Ji Hoon Yoon Eun Hye'ye Rüzgar Gibi Geçti kitabından bahsediyordu. İlk Rüzgar Gibi Geçti ismini o zaman duymuştum ve bu kitaba karşı bende bir merak oluşmuştu. Sonraları da bir siyasi tarih kitabında bu filmin tavsiye edildiğini görmüştüm. Böyle tesadüfler sonucu ismini duyduğum bu eserin siyah beyaz filmini izlemiştim ve yakın zamanda da kitabını okuma imkanı buldum. 


Şimdiye kadar çok güzel kitaplar okudum, izlerken ayılıp bayıldığım filmler ve diziler oldu ama Rüzgar Gibi Geçti şimdiye kadar rastladığım en güzel eser. Bu kadar net söylüyorum. Normalde kitaptan uyarlanan eserlerin filmleri kitaplara göre çok yavan bulunur ama bu eserin roman versiyonu da güzel, filmi de bir harika. Hatta ben kitabı olan filmlerin önce romanını okumayı tercih ederim. Bu kitabı okurken iyi ki filmi önce izlemişim dedim. Kitabı okurken oyuncular canlandı gözümde. Zaten Rüzgar Gibi Geçti filmini internette arattırdığınızda "sinema tarihinin en romantik filmi ,en fazla hasılat yapan filmi, ödül alan filmi" gibi yazılarla karşılaşmanız muhtemel. Rüzgar Gibi Geçti romanı epey kalın bir roman. Film de epey uzun olmasına rağmen kitaptaki bazı kısımlara denilmemiş ve ufak değişiklikler yapılıp kısaltılmış. (Spoiler: Mesela kadının önceki çocuklarından hiç bahsedilmemiş sadece tek bir çocuğu varmış diye düşünmüştüm filmi izlediğimde.) Bu kadar kırpılmaya rağmen yine de epey uzun bir film ortaya çıkmış. Filmde zenci dadı daha ön planda ve daha sempatik geldi bana. Kitapta daha yüzeysel kalmış. Okunması gereken kitaplar listelerini takip ederim ama nedense hiç bu kitabın ismini pek görmedim o listelerde. Oysa çok öğretici klasik eserlerden biri.


Benim bir film/dizi izlerken ya da kitap okurken aradığım birkaç özellik var. Bunlardan ilki içinde tutkulu bir aşk hikayesi bulundurması. Bütün güzel eserleri incelediğinizde hepsinin bir aşk hikayesi üzerine kurulduğunu görüyorsunuz. Aşk hikayeleri esere heyecan katıyor hiç kuşkusuz. İkinci olarak aradığım özellik ise, okuduğum eserin biraz öğretici olması ve bana bir şeyler katması. Kuru kuruya bir aşk hikayesi yerine kitabı ya da filmi bitirdiğinizde o döneme ait tarihi veya toplumsal gerçekleri eğlenerek öğrenmiş olmak çok büyük keyif veriyor bana. Mesela bu kitapta geçen Amerikan İç Savaşı'nı bir tarih kitabından okuyacak olsaydım muhtemelen birkaç sayfa sonra uykuya dalmış olurdum. Ama bu kitapta tarihi gerçekler hikayenin içine o kadar güzel yedirilmiş ki aşk hikayesi okuduğunuzu düşünürken bir yanda da tarih öğrenmiş oluyorsunuz. Sadece tarih değil o dönemde insanların kadınlara karşı tutumu da bu kitapta çok güzel vurgulanmış. Başrol Scarlet'in tek başına kadın olarak araba kullanması, iş kadını rolü ve toplumun buna bakışı güzel bir dille anlatılmış. Eserlerde dikkat ettiğim unsurlardan üçüncüsü de çıkarılacak ders. Bu kitapta ilişkiler üzerine çıkarılacak önemli dersler var. Baş kahramanların yaptığı yanlışlar doğruları sorgulatıyor insana. "Keşke Scarlett şöyle yapsaydı, keşke şu lafı söylemeseydi." diye düşünürken buluyorsunuz kendinizi. Kitabı bitirdiğimde aşkın içinde gururun yeri nedir?, ilişkilerde sadakatli olmak gerekli midir? gibi sorlar sordum kendi kendime ve dostluk, güven, vs birçok kavram üzerine düşünmeye yöneltti beni.

Amerikan İç Savaşı

 Filmin başrollerinde Clark Gable ve Vivien Leigh oynuyor. Oyunculuklarına ve güzellik veya yakışıklılıklarından hiç bahsetmeme gerek yok.  Film uzun olmasına rağmen o kadar sürükleyici ki hiç bitmesin istiyorsunuz. Ailecek de izlenebilecek güzel bir film. Bana birazcık tiyatro izliyormuş hissi verdi belki de bu yüzden daha çok sevdim. Film 1939 yapımı. 1861 ile 1865 yılları arasında geçen Amerikan İç Savaşı öncesi ve sonrası dönemi anlatıyor. Amerikan İç Savaşı nedir diye biraz araştırdığımda  bazı şeyler öğrendim. Amerika Birleşik devletleri bağımsız olduktan sonra güney tarımla uğraşıp Afrika'dan getirdikleri siyahi köleleri çiftliklerinde çalıştırıp pamuk tütün gibi bitkileri yetiştirirken; kuzey ise sanayileşiyor. Kuzey köleliği kaldırmak isterken güney buna karşı çıkıyor. Bunun üzerine kuzey ve güney eyaletleri arasında bir iç savaş başlıyor. Başlarda güney yeniyor gibi olsa da Abraham Lincoln önderliğindeki kuzey güçleri iç savaşı kazanıyor. Amerika'da kölelik kaldırılıyor, kölelere özgürlük ve oy kullanma hakkı veriliyor. Güneyde köleliğe dayalı tarım ortadan kalkıyor.  Güney ekonomik yıkıma uğruyor ve kuzey, güneyin ekonomik olarak önüne geçiyor. Amerika'da bölünme tehlikesinin önüne geçiyor tekrar tek bir ülke olarak birleşmiş oluyor.  Belki de bu savaşın seyri farklı olsaydı şu an Kore gibi Amerika için Kuzey ABD, Güney ABD diyebilirdik. Amerika bu iç savaş işini tee 1860larda halledip başka ülkeleri bölmeye başlamış anlayacağınız...



Audrey Hepburn sayesinde siyah beyaz Amerikan filmlerine ilgi duymaya başlamıştım. Rüzgar Gibi Geçti sayesinde Clark Gable ve Vivien Leigh de iki güzel oyuncu ile tanışmış oldum. Clark Gable'ın bir başka siyah-beyaz filmi olan It happened one night filmini izledim.Rüzgar Gibi Geçti kadar beni sürüklemese de eğlenceli bir filmdi. Amerika'nın siyah- beyaz filmleri, bizim Ediz Hun'lu Türkan Şoraylı Yeşilcam filmleri tadını veriyor bana. Teknolojik olarak şimdiki kadar geniş imkanlara sahip olunmasa da gelmiş geçmiş en güzel filmlerin yapıldığı dönemler. Yıllardır izlenegelmiş bu filmler yıllarca izlenegidecek gibi gözüküyor...




Yorumlarınızı bekliyorum.



Yorumlar